Deneme, bir ki, deneme, bir ki

6 Eylül 2009 Pazar

A Milliler vs. Estonya

Türkiye A Milli Futbol Takımı'nın sistemli oynadığı bir günü görmeyi arzuluyorum.
Oyuncular gerçekten yetenekli, en azından atak oyuncularımız Arda, Tuncay, Sercan ve -kabul ediyorum- Emre Belözoğlu. Ancak çok telaşlı gibi oyunumuz. Sakin olmak lazım biraz. Ama bırakın sakin olmayı, televizyon başındaki taraftara bile sakin sakin 'nasılsa kazanırız' maçı izletmemeye and içen bir tavrımız var. Hani Galatasaray'la uzun bir süre sonra büyük takım olmanın keyfini tattım, Avrupa Ligi'ndeki kalburun çok altı rakiplere karşı normalde ne yapıp ne edip zorlanırken artık çok çok rahat tutmanın getirdiği bir mutluluktan bahsediyorum... Onu milli takımla da yaşamak isterim. Her şeyi zora sokmak her zaman iyi değildir...
Sistemsizlikten olsa gerek ancak oyunculara yorum yapabiliyorum.

Kaleden başlarsak, Volkan Demirel çok enteresan bir insan, gerçekten. Bazen iyinin başına hangi azlık-çokluk zarfını koyarsam iyiliğini yeterince iyi anlatabilirim diye düşündürtüyor, bazense olmadık işlere imza atıyor. Dengesiz bu açıdan. Allah denge nasip eylesin. Amin.

Sağ bekte Gökhan Gönül, Sabri'yi aratmadı, hatta arattı. Kazım Kazım'ın kötü oynaması nedeniyle kötü gözüktüğünü anlattı Fenerli abilerim bana ama, beni tatmin etmedi bu cevap. Mehmet Demirkol ve Rıdvan Dilmen tarafından ısrarla Türkiye'nin Dünya starı standartlarındaki iki oyuncusundan biri olarak gösterilmesi nedeniyle, rakip de Estonya'yken önündeki adamı önemsemeksizin daha başarılı olmasını beklerdim. Özellikle çoğunlukla topu kullanmadan önce çok düşünmesi çok sinir etti beni. Bu kadar düşünülen hamlenin iyi olmasını bekliyorsunuz ama genelde kötü oluyor. Sanrıım Fenerbahçe'de çok daha iyi oynuyor. Ama bu iyi oyunu milli maçlara da yansıtmasını bekliyorum, umut ediyorum.

Açıkçası diğer defans oyuncularımızı pek göremedim. Servet dahil. 2 gol yememize rağmen defansta göremedim, 4 gol atmamıza rağmen orta sahanın ilerisinde önemli bir pas atarken göremedim. Açıkçası sürekli "Şimdi bu milli takımın defansı bizde değil mi?" diye sayıklarken buldum kendimi. Ama önlerinde bir ön libero varken ve rakip daha ciddiyken daha sağlıklı oynayabilirler. Onlar da sistemsizliğin kurbanı sanırım. Umarım. Sistem-Rijkaard, bir fark oluşturmalı, inşallah.

Emre Belözoğlu çok iyi işler yaptı, takdir ettim. Fazla da sinirlenmedi. Yine Fenerli abilerim bana "Türkiye'de asabiyetini biliyorlar, üstüne gidiyorlar" dediler ve inşallah öyledir çünkü bu yöntemle de olsa Fenerbahçe'de kötü milli takımda iyi oynaması çok işime gelir.

Hamit Altıntop'un sakatlıktan yeni çıktığı çok belli oluyordu. Aslında şut ve ortaları bu kadar isabetsiz değil ama sakatlık sonrasının etkisiyle sanırım istediklerini sahaya koyamıyordu. Türkiye için önemli bir değer o, ama sanki bu maçta oynamasa da olurdu.

Emre'nin yerine sonradan oyuna giren Ceyhun da uzun paslarındaki isabet oranıyla çok mutlu etti bizi. İyi şutları olduğunu da biliyorum, bir Trabzon maçında attığı mükemmel gol sayesinde.

Kazım Kazım, yoktu.

Gelelim 9, 10 ve 11. ilk 11 oyuncularına.

9 numara: Sercan Yıldırım. Keşke Galatasaray yönetimi gerekirse Nonda'yı silah zoruyla Bursa'ya gitmeye ikna etseydi de getirebilseydi şu adamı, diyorum bir Galatasaraylı olarak. Ama bir futbolsever olarak fark etmez. Çok iyi işler yapacak, kısmetse. Kendi dediği gibi, üç büyüklere uğramadan, takımında biraz daha gelişip sonrasında Avrupa'ya gidebilir. Tabi gelişiminde Arda'ya da anında pozitif etki yapan Rijkaard'ın çok büyük bir payı olabilirdi, belki hala olabilir.... Evet evet, Sercan Galatasaray'da oynasın istiyorum. Bursaspor'uysa çok takdir ediyorum. Kendi basını, takıma bağlı taraftarı, altyapısı ve hatta forma dizaynıyla iyi bir geleceği hak ediyor. Gelecek sezon Avrupa'da bizi temsil edecek 5 takımdan biri olmaları gerek. Çok erken değil bunları söylemek için, çünkü geçen sene başladılar bu yükselişe.
Sercan'dan girdik, nerden çıktık. 10 numara Tuncay'ın sırtındaydı dün gece. Ama bizim 10 numara Arda. Yine de en son ondan bahsetmek istediğimden Tuncay'ı öne alıyorum. Çok iyi işler yaptı Tuncay Şanlı da. Kafamda oluşturduğu "sürekli koşan, bir işe yaramayan, ancak nasılsa gol atan ve Chelsea'lere falan gitmesi söz konusu olan, gerçekleşmeyen transferlerin adamı garip oyuncu" imajından sıyrıldığı maçtı Estonya maçı. Sahanın her yerindeydi, iki güzel şutla da iki gol attı. Çok çalışkan ve mücadeleci olduğunu zaten biliyoruz. Umarım gelişimini devam ettirir. Premier League'de kalarak ideallerini gösterdi. Başarılı bir sezon geçirirse İngiltere'nin büyüklerinden birinde oynama şansı eline geçemez mi? O kadar imkansız mı? Değil bence.

Arda Turan... Arda'ydı işte.

Sercan-Tuncay-Arda ölümcül üçlüsü çok şeyler kazandırabilir Türkiye'ye. Nihat, Mevlüt, Semih ve pek çok yetenekli başka Türk oyuncu varken aslında sıkıntımız şu aşamada oyunculardan yana değil. Tabi bol sakatlı dönemlerde, ideal 11'den çok uzaklaşılabiliyor ve sıkıntı yaratıyor bu durum. Ama bunun nedeni yine sistemsizlik, gene sistemsizlik. Oyuncuların ve rakibin özelliklerine göre şekilleniyor oyunumuz, sürekli değişken ve ne yapacağı bilinmeyen bir takımız işte bu nedenle. Çok enteresan bir şey bir yandan, ayrı bir heyecan bu; ama bir yandan da çok sıkıcı ve bunaltıcı. Kesinlikle Türk işi.

İşte bu nedenle "Play-Off'a bilet alır mıyız?"ın cevabını kimse bilmiyor.

İki alıntıyla tamamlamak lazım bu giriyi:
"Türk Milli Takımı'nın kötü oynayınca yenilemeyeceği, iyi oynayınca yenemeyeceği takım yok."
Petr Cech.
"Aslında her şeyden biraz var Türk futbolunda. Ama hiçbir şey tam yok. Bu işi hem zorlaştırıyor hem de komplike hale getiriyor. Daha çok tepkisel bir oyununuz var. Karşı takıma göre taktikler belirleniyor. Kalite, güç aslında üç aşağı beş yukarı aynı. Ama Türkiye'yi farklı kılan şey biraz da şu; işler kötü gittiğinde bir anda oyun mantalitesi kaybolabiliyor. Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor. O zaman da bütünlük kayboluyor. Türk futbol kimliğini tanımlasak kesinlikle yetenek var deriz, ruh var deriz, mücadele var deriz. Ama hepsi bir anda ortaya çıkabiliyor. Bir anda herkesi defansta, sonra bir anda herkesi hücumda görebiliyorsunuz. Bu biraz dağınıklık yaratıyor. Takım oyununda asıl olan dengeli olabilmektir. Ne olursa olsun pozisyon alışınızı, soğukkanlılığınızı kaybetmemeniz gerekiyor. Sanki bu konuda bir eksiklik var gibi. Coşku konusunda hiçbir sıkıntı yok, ama bazen o coşku bozucu bir etki de yarabiliyor."
Frank Rijkaard

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Galatasaray 4 - 1 Kayseri ve Aydın Yılmaz.




Geçen sene bu zamanlar da 4-1'e takmış gidiyorduk. Hatta bunun şerefine o zaman uydudan izlediğim GSTV'yi 41. kanala almıştım. Sonra Fener maçı geldi ve hem turuncu forma hem de 4-1 istatistiklerimiz çok feci bir şekilde sonlandı. Allah sonumuzu geçen seneki sonumuza benzetmesin.
Ben maçı izlemedim. Goller güzel. 3 maçtır rakiplerimiz kendi kalesine gol atıyor, enteresan. Milan Baros iftardan hemen sonra başlayan bu maçta gol orucunu açtı. İki gol birden attı. Geçen sene durup durup bir maçta bol bol vuran özelliğini koruyacak mı, gollü maçlarının arası daha mı kısa olacak, göreceğiz. Elano'nun golü çok güzel. Adamın vücudunun rengi, mor formayı en iyi taşıyan olmasını sağlıyor.
Öte yandan izlemediğimi özellikle belirtmek istiyorum yeniden. Genelde en çok eleştirilen adamın Aydın Yılmaz olduğunu gördüm. Bakınız Rijkaard ne demiş:


Bana ilginç geldi. Sadece 'siz kötü dediniz ama iyi oynamış Aydın', demeye çalışmıyorum, kötü oynamış olsa bile, kendisinden bu kadar umutlu, ona bu kadar değer veren bir hoca onun için büyük bir şans. Abarttığımız düşünülüyor ama gerçekten çok yetenekli bir oyuncu, potansiyelini değerlendirmesi için çok geç değil: 1988 Ocak doğumlu, 21 yaşında, 22 olacak yakında. Rijkaard'ın bu sözleri çok değerli.

21 Ağustos 2009 Cuma

Parçalı Formalı Orlando Bloom

İki gün önce Kingdom of Heaven izledim, ister istemez Kudüslü Hristiyan Ordusu'nun giydiği sarı-kırmızı parçalı savaş kıyafeti çarptı gözüme. Ama ondan da Galatasaraylısı Orlando Bloom'un giydiği şu kostüm:
1908 serisinin yanında bir de 1008 serisi yapılsaydı ve şu kostüm bu haliyle satılsaydı, kimse birşey diyemezdi herhalde. Bir gün GStore'da tasarımcı olduğumda böyle bir kıyak geçeceğim herkese, Orlando Buluuğm'u da bulacağım manken olarak.... (N'olur n'olmaz, söz vermiyorum.)

Lincoln'ün Manyak Resmi Sitesi


Haber şu:


Ben de şaşırdım haliylen. Ama alışkınız bi yandan da, bu kimler tarafından hazırlandığını gerçekten çok merak ettiğim sitede geçen sene ''Aslında istatistiklere bakıldığında Lincoln Messi'den de C.Ronaldo'dan da efektif bir oyuncu'' haberi vardı. Yalan sayılmazdı takımın gollerinin yüzde bilmem kaçında katkısı olan bir adam olarak göze çarpıyordu Lincoln, ama Arda'dan geliyor cevap: ''Sistem onun üzerine kuruluyor da ondan.''

Her neyse, aslında sevdiğim Lincoln umarım kendine bulduğu yeni bir kulübün onsuz galibiyetlerine sevinir.

Bol Gol Atmak Güzel Şey


Levadia Tallinn maçıyla, yıllardır bize acımadıkları için yakındığımız rakiplere benzeyen, kağıt üzerindeki avantajını ve farkı çim üzerine döken bir takım olma yolunda epey bir yol kat ettiğimizi yine gördük. Elbette bu turları geçerdik ama, acaba bir kaza olur mu diye düşündürecek kadar ite kaka.. Bazen kazalar da olurdu (bkz: Tromsö). Onun için epey bir keyiflendik son iki eleme maçındaki 11 golle :D

Aslında dün yazmayı planlıyordum ama GSTV'de maçı izleyebildikten sonra yorum yapmaya karar verdim. Ne yazık ki uykulu gözlerle izleyip, sonlarına doğru onu da bırakıp direktman uyuduğum için futbol hakkında pek bir yorum yapamayacağım. Ama böyle bir rakibe karşı da olsa daha fazlasını bekleyemezdik heralde, belki gaza gelip 5 değil de 8 atabilirdik, ama olmadı. %72'ye %28 topla oynama oranını da golden sayabiliriz sanki...

Maçtaki en güzel noktalardan biri, Kewell gol attıktan sonra ''Daddy Cool'', Keita gol attıktan sonra ''Abdul Kader'' çalınması. İnsan ''Arda Boyları''nın hareketli bir türkü olmasını diliyor, ''Varoş Sevgilim'' diye bir hit çıksa da Baros'a uyarlasak diye geçiriyor içinden.

Kewell demişken, Kewell'la Galatasaray gerçekten cıvıl cıvıl. Şu güzel gülümsemeli güzel insanın sözleşmesinin bu sene sonunda bitecek olması sanırım tek derdimiz şu an. Onu buraya gelmeye ikna edenden bir kıyak daha yapmasını istiyoruz.

Gollerin en güzeli şüphesiz 5 numaralı Levadialı futbolcu Leitan'ın attığı 5. gol. Kulüp tarihine mi geçmek istedi, kendisini Galatasaraylı olarak görmek mi istedi bir an, yoksa Baros'un kaçırdığı fırsatlara 'Ulan ben bile kaçırmam, biraz kendine gel lan Milan!' şeklinde verdiği tepkiyi somutlaştırmak mıydı amacı bilemiyorum. Tek bildiğim, gerçekten güzel bir kafa golü olduğu. Hakan Şükür'ü hatırladık bir an. Arda'yı da asisti için tebrik etmek lazım.

Enteresan bir detaysa Denizli maçından sonra bu maçta da bir 'penaltı' bir de 'kendi kalesine' bulmuş olmamız. (Hangi fiil kullanılır, bir türlü çözemedim aslında.) Ben diyorum UEFA bizi kayırıyor, eski şampiyon falan diyerek yeniden kupayı almamız için hakemlere baskı yapıyor! EBU'nun Eurovision'u Türkiye kazansın diye Tarkan'ı TRT'den özellikle sipariş ettiği bir Avrupa'da yaşıyoruz nitekim. (EBU gerçekten Tarkan'ı istemiş olabilir, neticede hiperstarımız reyting toplayacak, üzerinden reklam yapılabilecek önemli bir isim, bir de şarkı iyi olursa...)

Umut güzel şey, gol güzel şey. Rijkaard, Neeskens, Kewell, Arda, Elano, Keita, Baros, M.Topal, Servet, Leo Franco.... saydığım isimler güzel :)


20 Ağustos 2009 Perşembe

Usain Bolt

Berlin'deki Dünya Atletizm Şampiyonası'nın bir numaralı ilgi odağı Usain Bolt.
Bu gece 200 metre finalinde mücadele verecek olan atlet, son metrelerde yavaşlamasına rağmen 100 metreyi 9.58 gibi bir dereceyle koşarak Dünya'yı hayretler içerisinde bırakmıştı.

Şampiyonanın şaşırtıcı gelişmelerinden biri rekortmen ve rakipsiz gözüken Yelena İsinbayeva formsuzluğunun devam ettiğini "0 çekerek" kanıtlaması. Antrenör değişikliği hiç yaramamış....

Türkiye içinse ne yazık ki hiç de iyi geçmiyor şampiyona. Tek tük de olsa var sporcumuz, ancak onlar da potansiyellerinin oldukça altında kaldı.

Servet'in İsyanı!


Defansın yoğun şekilde eleştirilmesine karşın 'yavrum tek başına takım';
“Ağzımızla kuş tutsak eleştirileceğimizi biliyoruz. Maalesef bizim ülkemizin gerçeği bu. Ama herkes görecek Galatasaray’da bu sezon en verimli bölge savunma olacak” demiş.
En verimli bölge savunma olursa, hücum zaten verimli.. Servet'im, inşallah haklı çıkarsın.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Biraz Geç Olsa Da: Formalar

Trabzonspor, parçalı formanın ligimizdeki ender temsilcilerinden... Yakalı, bordo-mavi, arkası GS'den alıştığımızın aksine yazı kısmında düz. Bunun avantajı yazının okunuşlu olması.

Manisaspor'un formalarında ilk dikkat çeken ''reklamsızlık''. Maçlarda kullandıklarında reklam var, ancak TFF'nin formalar .pdf'sinde yok. Bence oldukça şık olmuş. Özellikle çubuklunun kollarındaki ince kırmızı şerit hoşuma gitti. Siyah biraz boğucu gerçi ama yine de Beşiktaş formalarının tasarımcılarına duyurulur!

İBB'yi özellikle koydum. Çünkü maaşallah belediye çalışanlarını gerçekten andırıyorlar. Sanki birazdan kaldırım döşeyecekler. (Hımm, bunun da tanıtımında reklam yokmuş, fark etmemişim.)

Gaziantep'in kaleci formaları... Renk seçerken çok düşünmüşler kanımca.

Biraz İngiliz Kraliyet Ailesi işi olsa da, şık. Bu çizgi kaleci formalarında da var olduğundan, takım içerisinde bir bütünlük sağlıyor, ki bu da çok hoş.

Mor forma! En yakın zamanda gardrobumda görmek istediğim cancanlı güzel şey. Ve özellikle Leo Franco'nun geniş cüssesine oturduğunda çoook güzel gözüken yeni kaleci formamız.

Beyaz şeritli morun, sarı şeritli kırmızısı! Takım üzerinde şortunu gördük, aşağıdaki resimdeki ikinci parçalı kombinasyonu sayesinde. Ama daha kıpkırmızı bu formanın tanıtımı yapılmadı. İddiaya göre yılbaşındaki kırmızı sevdası sırasında pazarlayacaklarmış, yeni yıla kırmızı donla değil kırmızı formayla girin bu da uğur getirir diyerek, ki kanımca çok isabetli olur.

Parçalılara laf yok!


Evet Fenerbahçe de koydum. armalı formada zaten cart olan sarıların iyice fosforluya dönüştürülmesi pek hoş değil kanımca. Ama daha okunaklı tabi. Sarı-beyaz çubuklu ise tişörtün lacivert detayları nedeniyle şortla çok güzel uyum sağlamış.

Yılın rüküşü Es-Es kanımca. 99 ü.karan iyi olmuş ama :) Yaptığın hizmetleri bana antrenmanda attığın sert bakışa rağmen unutmayacağım...

Bu stili Denizli dışında bir de Diyarbakırspor'da göreceğiz. Bence çok şık.

Bursa önemli bir takım. Sahadaki varlıklarını formalarıyla da hissettirecekler. Yeşilin tonu, enine çizgi..

Veee sonunda Beşiktaş'a eli yüzü düzgün bir forma!

Hakemlerin sarı-kırmızı giyineceği bir lig... Kazanırsak şaibe derler mi?

Bu formaya Türk Kızılayı reklamı çok yakışır işte! Stili beğendim yukarıda bahsettiğim sarı kaleci formasıyla birlikte bunun sorunu da dirsek altlarındaki yama görünümlü siyah şeyler. Ama kalecilerin konforu düşünülerek eklenmiş olduklarını umuyorum. Bu sene parlamayı seçtiğimizi belli ediyor yine. Bir de altın sarısı var bunun, o da şıkır şıkır....

7 Ağustos 2009 Cuma

Tobias Jan Hakan Linderoth

Üzülmemek elde değil. Galatasaray formasıyla bir gün yüzü görmedi adam... Hani varlığını görseydik eksikliğini hissedecektik belki ama, olmadı. Onun için bir Galatasaraylı olarak sadece ona giden paraya yanabilirim, ama bir insan olarak şu sakatlıktan kurtulamayan haline çok feci içim gidiyor. Çok iyi niyetli olduğu her halinden belli ama, kader...
Şözleşmesinin son senesinin şöyle bir yarısını kaplayacak menisküs ameliyatı nedeniyle yönetim onu göndermeye mi karar verir, yoksa vefasızlıkla sabırsızlıkla eleştirilmesine rağmen arkasında mı durur, göreceğiz. Etik olarak yarı yolda bırakılmaması gerektiğine inanıyorum ancak sanırım konuşulduğunda kendi de hak verecektir eğer GS yönetimi anlaşmasını feshetmek isterse.
En çok onun nasıl bir psikoloji içinde olduğunu merak ediyorum, dediğim gibi, sonuçta kariyeri parlak bir adamdı geldiğinde, büyük bir ihtimalle Euro 2008'de milli takımıyla üst turlara geçmeyi planlıyordu, İbrahimoviç'e bir iki asist yapmayı felan... Ama geçen sene ülkesinin 3.lig takımlarından birinin 'iyi adam bu, acaba bizim için futbol oynar mı' diye sorabileceği kadar unutulan bir milli takım kaptanı artık. Üstelik bu sene rüzgarı tersine çevirdiğini düşünmüştük...
Eğer sözleşmesi sürerse, ikinci yarıda üç sene süren yokluğunu unutturabilir mi?
Kendisi umutlu mu?


Kısmet yahu.
Sakat bir Kewell alıyorsunuz iyileşiyor, sağlam Linderoth sakat...
Newcastle'ın Owen'la imtihanını hatırladıkça, yine normal sayılır tabi.
Bir de sanırım iki Lin'in ardından bir içinde ''lin'' geçen adam almayız. Süt-ağız-yoğurt meselesi....

Bir Kupanın Kırk Yıl Hatrı Vardır, Galiba.

Uefa Kupası'nın afili adı ve daha çok para veren versiyonu Europa League'in ilk senesinin Play-Off kuraları çekildi. Gelenek ne zaman bitti bilmiyorum ama, UEFA Kupası'nın şampiyonları ŞL'de büyük başarılar yakalardı eskiden, geçen senenin şampiyonu Shakthar Donetsk Rumen 2.sine elenerek, 2007 şampiyonu Zenit'in de almaya çalışacağı yavru kupa için yeniden yarışa katıldı ve bizim Sivas'la eşleşti. Sivas'ın şanssızlığını gözardı edince, Lucescu'yu yeniden göreceğimiz enteresan günler bizi bekliyor.
Bu arada UEFA sitesinde kurayı duyurduğu haberde şöyle diyor:

''...Sivasspor are one of four Turkish teams in the play-offs, with 2000 UEFA Cup winners Galatasaray SK meeting Estonia's FC Levadia Tallinn while their Istanbul rivals Fenerbahçe SK face Swiss side FC Sion and Trabzonspor play Toulouse FC...''

''Sivasspor play-offlardaki dört Türk takımdan biri, 2000 UEFA Kupası Şampiyonları Galatasaray SK, Estonya'nın FC Levadia Tallinn takımıyla eşleşti, İstanbul rakipleri Fenerbahçe SK İsviçreli FC Sion'la yüzleşirken, Trabzonspor da Toulouse FC ile oynayacak.''

10. sene oldu UEFA... Hani biz görmemişiz, bir kupamız olmuş, tutmuş onu ülkeler arasında gezdirirken kırmışız, ama sen yapma. Başka bi sıfatın yok mu Galatasaray'ı tanımlarken, Istanbul lions felan..
Ne biliim, çok sıkıldım her sene o efsanevi kadro şöyleydi böyleydi deyip de yeni kadroyu onlarla kıyaslamaktan. O kadro çok iyiydi ama öyle bir kompleks oluşturdu ki... Hakan Ünsal'ın bile yorumlarında ''bizden başarılısı olmadı, olamaz da'' kaygısıyla yorum yaptığını hissedebiliyoruz 10 senenin ardından... Daha başarılı olabilir, daha iyi futbol da oynayabiliriz. Yeter ki yenilikçi olabilelim. Güzel bir anı olarak arkada bırakıp 2000'i, 2010 ve sonrasına bakalım artık..

Sabri -2


Dün gece Sami Yen'den şu tezahürat yükselmiş:

''Bambaşka orta yapardı
Fark etmeden gol atardı
Onu kimse anlamazdı
Dikkat Sabri Sarıoğlu
Dikkat Sabri Sarıoğlu
Dikkat Sabri Sarıoğlu''

Melodi: Bu Kalp Seni Unutur Mu

6 Ağustos 2009 Perşembe

6-0, Mor, 300. Gol


Ali Sami Yen'deki Macabi Netanya maçını daha sıkıcı, yedeklerle çıkılan ve büyük bir ihtimalle 1-0 2-0 gibi skorlarla geçiştirilecek bir maç olarak görenlerden biriydim. Yanılmaktan çok büyük mutluluk duyuyorum.

Aydın Yılmaz yaptığı 3 asist ve gösterdiği başarılı performansla övgüyü hak etti.

Arda sanırım biraz da Galatasaray'ın Avrupa arenasındaki 300. golünü atıp efsane olmak için oynuyordu ama, kısmet Keita'nınmış.

Maçta en güzel şey Rijkaard'ın gülen gözleriydi.

Sahi, bu Nonda'ya ne oldu böyle?! Hat-trick falan...

Sahi bir Mehmet Güven vardı, ona nooldu?
Ön elemeler dahil hazırlık evresinde en az şans bulan sanırım o. Alparslan Erdem'in bu maçta forma giymemesi düşündürücü. Kazak takıma karşı oynarken gördüğü kırmızı kart başını düşündüğünden fazla yakmış olabilir.

Uğuuuuurrrr!...

Ve son olarak, 300. gol şerefine gece boyunca yaptığım -piskopatlıktan değil efenim, fotoşop öğreniyorum- arkaplan yapılası resimler:



5 Ağustos 2009 Çarşamba

IFFHS'de 22

IFFHS her sene Dünya Kulüpleri arasında bir sıralama yapar.
Barcelona bu sene 1.
Bir zamanlar 1 numaraydık bu listede.. peeeh ne günlerdi.
Şimdi 22 numara bizli mutlu ediyor tabi, 25 basamak yükseldik üstelik!
Afferim.
Bu sene de başarılı olalım, şöyle bir ilk 10 falan neden olmasın..

Stad Yine İptal

Biz 'Yeni stadımız açılsın, senede en az 10 maça gitçem!' modunda gezerken, yeni stadın yapımı uzuyor da uzuyor. Bu sene Sami Yen'de son kez son deniliyor ama, 27 Temmuz'da yapılan ihale de iptal edildi ve 23 Ağustos'ta yeniden bir şirketin önerisi dinlenecek... E ne zaman işbaşı yapılcak, ne zaman inşaat ilerleyecek, ne zaman bitecek!

Rossini -William Tell Overture.

Stephane Lambiel, yazdığı o çok sevimli günlük yazısında kısa programında Rossini'nin William Tell Overture'ünü kullanacağını açıklamış.
Önceleri sakin müzik, sonrasında çıldıracak ve böylelikle program fırtına öncesi sessizlik hissi taşayacakmış. (Dinleyince aslında bu müziği çok iyi bildiğinizi hatırlayacaksınız.)

Kısa programlar 2,5-3 dakika sürüyor ve patencilerin yapması gereken bazı zorunlu hareketler var, atlayışlar tekrarlanamıyor, hataların telafisi olmuyor.

2 Ağustos 2009 Pazar

Masaüstüm

Sabri kayıdında photoshop çalışmak için Stéphane resimlerini araştırdığımı söylemiştim. İşte bunlar da sırayla arkaplan olarak kullandığım iki fotoşop ürünüm. Tabi daha iyi olabilir ve gelecekte daha iyilerini yapacağım zaten.


1 Ağustos 2009 Cumartesi

Baros Evlendi.


Galatasaray'ın forveti Milan Baros'un sevgilisinin hamile olduğu haberlerini geçen sezonun sonlarında duymuştuk. Evleneceklerini de söylüyordu bu haberler, ancak evlilik haberi anca ulaştı.
Dün, Çek Cumhuriyeti Konsolosluğu'nda, İstanbul'da, Milan Baros doğacak kızının annesi Tereza Frankova ile sessiz sakin evlenmiş.
Frankova, Baros'a geçen doğumgününde seksi fotoğraflarından oluşan bir albüm hediye etmesiyle gündeme gelmişti.


Ancak Baros'un sevgilisi diye resimlerde arama yaptığınızda, bir kişi daha çarpıyor. Bu da Edita Hortova. Sarışın güzel, Milan'ın eski sevgilisi.


31 Temmuz 2009 Cuma

Sabri

Photoshop tutorial'larını çalışmak için Stéphane resimleri arasından güzide bir tanesini seçmek amacıyla arşivimi karıştırıyordum. Derken aklıma geldi. Stéphane'ın bir kedisi vardı, ve adı Sabri'ydi... En son aldığımız bilgilere göre kedi, Lambiel'in annesine taşınmıştı ve pek sık göremiyordu onu... Şimdi ne oldu, Allah bilir.


Ayrıca hangi yıl net hatırlamıyorum, ne kadar küçüklüğüne verebilirim bilmiyorum ama, çarşafları çok komik, uğur böcüklü. :D Tabi uğur böceklerini çok seviyor kendisi. Buna saygı gösteriyorum. Hatta bir müjdem var:


Almanya'da turistik bir bölgeyi uğur böcekleri basmış. Milyonlarcası, hayatı zindan ediyormuş ordakilere. Bu zararsız hayvancıkların ani çoğalışına onlar bir anlam veremeseler de, bilen biliyor: Stéphane geri döndü diye çok mutlular ve O'nun şampiyonluğunu müjdeliyorlar :D


____________

Gelelim bizim Sabri'ye; adam feci bi gol attı... Geçen maçta da asist yapmıştı. Rijkaard'a bağlıyorum bu gelişmeleri. Ama tabi, şunu da belirtmekte fayda var, maçın izlediğim kısmında (ilk 20 dakka oluyor bu) önce Hakan Balta'dan yana gelmeye çalışan Netanyalılar, onların solu bizim sağımızdaki çok daha rahat ortamı görünce bu kulvarı otobana çevirmişlerdi....

BabyFace

Kramponları rakip takımla takım.

3 asist.
Ona verilen sorumlulukları kaldıramayacağını düşünen/umanlara cevaben,
Omuzlarındaki her yükle daha da güçlenen:
Arda Turan.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Elano!


''Şimdiki fantazim şu, FM'de her sezon Fiorentina'ya alıp 12 numarayı verdiğim Elano'nun Galatasaray'a gelip 12 numarayı alması. Benim de gidip store'dan 12 numaralı mor Elano forması almam :P''

12 numarayı da alır mı dersiniz?
Tabi ki hiçbir yerde okumamış olsaydım, Elano değil Pazzini yazardım. Hani öylesine attım tuttu, ya da içime doğdu gibi bir durum yok. Ama yine de şok oldum, çünkü ihtimali okuduğumda da inanmamıştım. Benim FM'deki sevgililerimdendir kendisi, Arda ve Pazzini'yle birlikte gittiğim her yere götürürüm. Şimdi bu üçlüden ikisi aynı takımda, ne gözel...

Nerede oynar, gerekli midir, sorularını geçiyorum. Rijkaard'a danışmadan yapılan bir transfer olmadığı ortada. O biliyordur heralde ne yapacağını, nereye koyacağını...

Hazır bahsetmişken, mor formayı gerçekten alırım -param olursa, bursverenlere sesleniyorum burdan!- çünkü gerçekten iyi tasarlanmış. Yakada kırmızı üzerine sarı ''Gerçekleri Tarih Yazar, Tarihi de Galatasaray'', formanın alt tarafında yine benzer bir şeritte tekrarlı bir şekilde ''Galatasaray'' yazıyor. Bu detaylar inanılmaz derecede alma isteği uyandırıyor. Parçalının yakasındaki şu detayı takdir etmekten başka elimden birşey gelmez:

Tek sorun adidas amblemlerinin göğsün üst ortasında, GS ambleminin solda olması. Bu sağ tarafı boş bırakıyor, simetriyi bozuyor. Parçalıda koldaki avea reklamlarının sarı üzerinde kırmızı, kırmızı üzerinde sarı olmasını beklerdim. Onun yerine siyah-beyaz yapmışlar. Belki şortun ve büyük bir ihtimalle forma numarası ve yazının renkleriyle uyum yakalaması için düşünmüşler. Ama formalar ilk günde 3000'i mor olmak üzere toplam 5000 satışı hak etmiş. Elano transferiyle iyice artacaktır.

Tabi yeni kreasyonun özellikle birşeyler almak isteyen ama kalite/para parametresi yeterince yüksek ürün bulamayan hatunları mutlu ettiğini söylemem lazım. Çok güzel ürünler var. Tavsiye ederim tüm Galatasaraylılara.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Arda'ylan Milan'ım Patlıcan Moru Olmuş!

Ama kesinlikle kötü birşey değil bu. Geçen seneki turuncu formayı bile tribüne aykırılık getirmekle suçlayanlar varken (sarıyla kırmızının arasında bir renk işte, ne kadar etkileyebilir ki tribünlerin ahengini) mora bu kadar büyük tepkilerin gelmesi enteresan bir şey değil. Çünkü gerçekten tribün ahengini bozacak bir renk. Ama forma bence çok güzel.
Şimdiki fantazim şu, FM'de her sezon Fiorentina'ya alıp 12 numarayı verdiğim Elano'nun Galatasaray'a gelip 12 numarayı alması. Benim de gidip store'dan 12 numaralı mor Elano forması almam :P
Formayla ilgili detaylı yorumu, gidip store'da inceledikten sonra yapacağım. Ancak lansman gecesinden dikkat çeken bazı yorumlar şunlar.
Rijkaard, Arda'nın üzerine bakar:
''Probably this new outfit will hopefully create a lot of confusion on the opponent.'' (Büyük bir ihtimalle bu yeni forma -umarım ki- rakipte şaşkınlık yaratacak.)
Arda kafa sallar.
''And we will take advantage of that.'' (Ve bunu da avantaja çevireceğiz)

Arda'nın yorumu:
Tabi çok güzel bir forma. Ama heralde dışarıda giyeceğimiz bir forma olur, biz her zaman parçalıdan yanayız (meali: taraftar, sami yen'e parçalıyla gel, moru dışarda giyin)

Mor dışarda ne güzel giyinilir, altına turuncu pantolonumla. İşin iyi yani, aynı o mordan bir kravatım vardı, şimdi GS sembolüne dönüştü. Kravat, futbol falan, iyice erkek gibi konuşmaya başlıyorum, hayırlısı :S

O değil de 2288gs.com şahane bi site olmuş ürün pazarlama konusunda. Gaza geldim. Ey cesur ve onurlu, bil ki ''YARALI GALAT OLMAZ!''

Döndü, Dönüyor, Dönmüş, Dönmeli, Dönmeliydi, Dönsün, Dönedur!

Aslında konuşulacak çok şey oldu son zamanlarda da, şu videoyu montajlayıp izlemekle meşgulüm iki üç gündür.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Il ne m'est quitté pas!




Bloguma adını veren efsanevi insanlardan birinin Stéphane'ım Lambiel'im olduğundan bahsetmiştim.
Ama biraz sallıyordum onun hakkında yazacağım yazıyı, çünkü bir ara yazardım işte. Ne de olsa emekliydi. Ne de olsa bırakıp gitmişti. Onsuz geçen Olimpiyatları izleyemezken, neden izleyemediğimi yazardım buraya mahsun mahsun. -yada mahzun-
İçim cız ediyordu zaten. Yokluğunda o izlemeyi çok sevdiğim buz pateni şampiyonalarının tadı tuzu yoktu. Kimin şampiyon olduğunu öğrenmeyi 'lutfettim', hatta unuttum bile.
Efsane sonrası böyle bir olayı vardır ama patenin. Yagudin, Plushenko gibiler gittikten sonra da özellikle hayranları olmak üzere patenseverlere bir burukluk gelir. Buz dansı mesela Anissina-Peizerat (kısaca Guybrush ve Elaine) aynı senenin İtalyan, Rus ve Litvanyalı çiftleri bir anda gittikten sonra, uzun zamandır kendine gelemiyordu.
Her neyse.



Canım benim.
Işık hızıyla dönen topacım.
Bir tanem.
Zebram.
Yakışıklı İsviçrelim.
Lambiel'im.
Sitefan'ım.

Ardından söylediğim "Döneceksin diye söz ver"lerin boşa gitmediğine sevindim.
(Böylesi hepsinden güzel, git özlet kendini yine gel, döneceksin diye söz ver.)
Bu şarkı senden başkasına yakışmıyordu bir tanem. Senin gibi hem kendi etrafında, hem de şampiyonalara dönmesi gereken birine gidebilir anca bu.
Allah biliyor ya, çok bozulmuştum son Dünya Şampiyona'nda, 2008'de, kendi içinde yiyip bitirip, aslında geçen sezon Beşiktaş'ın şampiyon olmasından çok daha kolay bir şekilde alınabilecek şampiyonluğu o Kanadalı Buttle'a kaptırmana. Ama umrumda değil şimdi. Orda ol. Madalyanı al, ya da alma. Gala'ya kal mümkünse. Ama orda ol ve sipnet. O yumuşacık adım dizilerini göster. 3lü axel atama. Ama artık tangonu mu yapçaksın naapçan bilmiyorum ama, iliklerime kadar hissettir. Orda ol ve buz pateninin bir sanat olduğunu göster elaleme! Unutuyorlar çünkü azizim!

Ha o an yarışma heyecanıyla yine üstüne gelebilirim. Boşver sen. Canlı canlı, son kez olduğunu bilerek izlemek istiyorum seni sadece. Elinden geleni yapacaksındır zaten. Olmasa da olmaz, ama Olimpiyatlar da zaten sensiz olmaz.


Haberi vermeyi unuttum:
O geri dönüyor.
Daha önce sakatlıkları nedeniyle maksimum kapasitede çalışmasının imkansız olduğunu, ve maksimum verimle çalışmadığında şampiyonluğu alamayacağını, zaten Olimpiyat gümüşünün olduğunu ve altın alamadığı durumda kaymanın mantıksız olacağını söylemişti.Çok mantıklıydı aslında. Zirvede bırakmaktı.
Ama herkes Olimpiyatlar'da kaymak ister.
Şimdi sakatlıklarıyla başa çıkabildiğini ve çalışıp orada yarışmak istediğini, inançlı ve kararlı olduğunu söylüyor.

...

Bol şans, koca kazık olmuş olsan da, Le Petit Prince.

Not: Başlık yakın zamanda Ne Me Quitte Pas ile yaptığı galaya gönderme. Şarkı 'beni bırakma' demek. Başlık, 'beni bırakmadı'.

Unutulmak

Ya koskoca UEFA Şampiyonları'yız ya hani. 10 sene önce de olsa, Dünya Takımları Sıralaması'nda 1. olmuştuk ya. Nerden nereye geldiğimizi acı bir şekilde hatırlatacak çok şey oluyor her sene. Takım eleyip sevindiğimizde bile bi burukluk var aslında. Bordeaux'yla yine yeniden eşleştiğimizde ''Yazık ya bize, eskiden Barcelona'yla kankaydık, hep aynı gruba düşerdik, sürekli eşleşirdik. Şimdi Bordeaux'yla kankayız.'' düşüncesinden kaynaklanan bir hüzün oluyor, elediğimizde bile gölgeliyor sevinci. Eskeza kazansaydık şampiyonayı, Barcelona tarafından Barça'lanmaktan korkmayacak mıydık Süper Kupa finalinde. Yine bir ''Biz bu muyduk eskiden, kimseden korkmazdık.'' moduna geçiş olacaktı. Geçen sene uzun zamandır en başarılı Avrupa sezonumuz diye örnekleri ondan verdim. Yoksa Tromsö falan...

Her neyse işte, yeniden gerçek başarılar elde edinceye dek, her zaman 10 yıl öncesinin UEFA Şampiyonluğu, öncesindeki bir, arkasından gelen iki başarılı sezonun gölgesinde kalacağız ruhen. Ama o UEFA Şampiyonluğu'yla övünüp, Avrupalıların korktuğu büyük takım olmayı sürdürdüğümüzü düşüneceğiz.

De,

Adnan Polat'ın deyimiyle ''Avrupa'da kendimizi hatırlattığımız sezon''un ardından gelen sezonun daha başında, UEFA resmi sitesi tarafından unutulmak... Hatta bi önceki turdaki rakibimizle 'birlikte' elenmek!

Tüm özgüveni yıkıyormuş.

itüsözlük'te biri yazdığında fark ettim önce, nasıl ifade edeceğimi bilemedim. Sporx'ta şöyle anlatmışlar:

UEFA G.Saray'ı

eledi!

UEFA Avrupa Ligi'nde haftaiçi Kazakistan ekiplerinden FC Tobol'u Ali Sami Yen'de 2-0 mağlup ederek 3.tura yükselen Galatasaray UEFA'nın resmi internet sitesinde unutuldu.

UEFA.com'da Europa League kategorisi altında kupada yoluna devam eden takımlar ve eşleşmelerin yer aldığı tabloda Galatasaray yer almadı.

UEFA'nın sitesinde 2.turda elenen takımlar listesinde temsilcimizin ismi yer alırken, 3.turda takımların logolarının yer aldığı kısımda Galatasaray logosu bulunmuyor.


Site düzeltildiği zaman da bu meseleyi hatırlamak için prt. scr. de burda:




24 Temmuz 2009 Cuma

Alla Mia Eta- Penaltı Kaçıran Tiziano


Tiziano Ferro - Alla Mia Eta' (2008)
Yükleyen katrinka123. - Diğer müzik videolarına göz atın.


Bir futbolcu çok kritik bir penaltı kaçırırsa... Şarkı bunun için mi yazılmış bilmiyorum, Tiziano Dünya'nın hızına ayak uyduramayışımızın şarkının ana teması olduğunu söylüyor, ancak klip Roberto Baggio hikayesini anlatıyor gibi.


Tiziano Ferro - Alla mia età (EPK)
Yükleyen occhidolci. - Diğer müzik videolarına göz atın.


Burda da Ferro, albümüyle ilgili konuşuyor. Aksanı çok güzel. Masal kasedi çıkarsa dinleye dinleye uyurummuş gibime geldi. Bu videodan öğrendiklerimiz: bilanço ingilizcedeki balance anlamındaymış. 'interesanti' 'ingilterra'.
Ayrıca burçlara inanan Tiziano abimiz, Balık burcu olması nedeniyle duygusal odağının sürekli değiştiğini düşünüyormuş.
Videodaki stad Cenova'daymış. Su sahneleri bir stüdyoda çekilmiş, diğer sahneler de Londra'da. Şarkının yazılmasındaki önemli yeri nedeniyle İngiltere olmasını bizzat istemiş 111 numara.


Tiziano Ferro - Alla mia età Live
Yükleyen occhidolci. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

Bu da şarkının daha etkileyici bulduğum bir konser kaydı.

Şok Şok Şok! Deco Kolpaymış

Önce Keita'nın imza töreninde Haldun'cum ''Bir transfer daha var, ve kesinlikle yabancı'' dedi.
Sonra Mehmet Demirkol ''Kulislerde bir isim dolaşıyor, o olursa taraftar bayram yapar, isim veremem ama Portekizli'' dedi.
Sonra güzide bir gazetemiz ''Coşkun Özarı Cuma günü imza törenine çağrıldı, gelen oyuncunun da Deco olduğu söyleniyor'' diye haber yaptı.
Sonra Mehmet Demirkol ''Ben dememiştim ama demiştim, bunu bizim muhabirden duydum, o da transferle ilgilenen Galatasaraylı yöneticilerden birinin abisinden duymuş'' dedi.
Sonra Coşkun Özarı'nın Cuma günü gerçekten imza törenine davet edildiğini bir yerde okudum. Aynı blogda bu sene başlayan imzalayan oyuncunun yanında efsane oyuncu uygulamasında hep eskiyle yeninin aynı mevkiden olduğu, Coşkun Özarı'nın da stoper-sağ bek olarak efsaneleştiği tespiti de vardı.
Şimdi sporx'ta okuduğum bir habere göre Deco takımında kalacağını açıklamış.

Galatasaray'ın transfer gündeminde olan Chelsea'nin Portekizli orta saha oyuncusu Deco takımında kalacağını açıkladı.

The Times'a konuşan 31 yaşındaki tecrübeli futbolcu, "Chelsea'de kalacağım çünkü kontratım var. Sadece oynamak istiyorum ve sahada en iyisini yapmak istiyorum. Geçen sezon benim için çok zordu. Çok sakatlık geçirdim ve sadece birkaç maç oynayabildim. Oynamaktan mutluyum. Her oyuncu oynamaya ihtiyaç duyar ve oynamak ister. Umarım bu sezon sakatlık geçirmem ve oynayabilirim.Aynı yıl 4 sakatlık yaşadığınız zaman zor oluyor. Tekrar kendinizi toparlıyorsunuz ve fizik olarak hazır hale geliyorsunuz ve ardından ikinci sakatlık. Bahane üretmeyi sevmem ama umarım yeni sezonda çok çalışıp iyi bir başlangıç yaparım" dedi.


Gelen kim? Saat 13:30 oldu hala bir haber yoksa Coşkun Özarı - Cuma hikayesi ne?

Bakalım.... Daha Haldun'cum sabaha karşı 4-5 gibi uzun saçı ve uzun boyuyla kandırcak yeni yabancıyı.

Galatasaray A.Ş. İstanbul 2-0 FC Tobol Kostanay



Evet, Galatasaray ilk maça nazaran daha istekliydi.
Az biraz izleyebildiğim kısımda iyi şeyler gördüm. Ancak izleyemediğim kısımda çok daha iyi şeyler olmuş.
Bunlardan bir tanesi de Serdar Eylik. Hazırlık maçlarından birinde de gözümüze çarpan genç yetenek ''Ben geliyorum.''dan, ''Ben burdayım.''a geçmiş. Yakında Milli Takım'a ''Ben geliyorum.'' diyecektir. Tabi takımı bir çarşaf altına alıp kurşun döktürmemiz gerekebilir bunun için.
Geçen sene as takımın başındaki sakatlık musibeti önce Semih Kaya'yı, sonra Mehm
et Topal'ı (soyadı topal, topal topal oynasa çok şaşırtıcı olmaz diye berbat bir espri yapan birini tanıyorum!), sonra Neeskens'i, sonra Barış'ı, sonra Aydın'ı.... Şimdi de Serdar'ı sardı.
Semih'inki dışında kısa süreli sakatlıklar. Barcelona'lardan getirttiğimiz profesör kondisyonerimizin uzun süreli sakatlıklara çare olmasını umuyoruz. Hatta tüm takımın başından beri aynı anda çalışmaması bazı çok bilgili spor yazarlarımız tarafından eleştirilse de, çarenin bir parçası. Yine de bu böyle olmayacak sanki. İsmail Güldüren artık Bank Asya 1. Lig'de olabilir, ama darbeci defans oyuncuları hala var. En kralları Barış ve Servet bizde de olsa, tehlike arz ediyorlar. Daha da önemlisi -bence- nazar. Rijkaard eşliğinde çok iyi oynayacak takımın formasının sırtında Ülker reklamı yerine 'nazar' markalı sakızların reklamı o
lsaydı keşke. Gerçi reklam alınacak yer çok. Bir ara Sturm Graz'da görmüştüm. Şortların arkasında da vardı reklam. Nazar boncuğu en çok oraya yakışır bence. İyice sapıttım, konuya döneyim.

Tobol maçında sahanın yıldızlarından biri, 10 numarasıyla ve kaptanlık pazubandıyla Arda Turan, pardon Kaptan Arda Turan. (Captain Jack Sparrow gibi ona da başında Kaptan olmadan hitap edilmemeli artık.) Kramponlarını çok sevdim. Çalışkanmış, Rijkaard'dan övgülerini almış, taraftardan sevgi gösterisini... Staddan izleyen bir blog yazarının dediğine göre seremonide rakip kaptanın elini sıkmayı unutacak kadar heyecanlıymış takımını taraftara götürme konusunda, Serdar Eylik'in alnından öpmüş, ona destek olmuş. Zaten ona karşı acayip bir yanlılığım söz konusu. (Neden acaba? :D) 10un basının baskısından her seferinde güçlenerek çıkması da hayran bırakacak bir diğer özelliği. (Bir tek geçen sene Lincoln'ün iki maçlık kaptanlığında basına açıklama yapmasını yersiz bulmuştum, ama çok içerlemişti cancaaz, bi daa kaptan olmam bu takıma diyordu. Eh tabi, ani çıkışlar bunlar, sakin değerlendirildiğinde ve bu noktaya getiren sorunlar çözüldüğünde fikirler değişebiliyor. Bakalım Recep Tayyip Amca Davos'a bir daha gidecek mi?! Ya da Galatasaray İsrail'de nasıl karşılanacak?)

Mustafa Sarp, iyi konuşan, zeki ve çok Galatasaraylı bir futbolcu. Formaya duyduğu arzuyu futbolunu geliştirmeye adarsa, bu karakterli adam, iyi bir yedekten fazlası da olabilir. İlk maçlarında onu hocasının gözünde geriye düşürecek, negatif şeyler yapmadı. Bu akşam da ilk, ve normal zamanın tek golünü atarak önemli bir iş yaptı. Taraftarı her an yenip de Tromsö faciasının benzerini yaşatacak bir kontra atak golü korkusundan kurtardı.

Forvet Çetin iyi ki bizimlesin. 8 milyon avro iyi paraydı, senin de tam Avrupa'ya gitme zamanındı. Ama kısmet değilmiş. Ama bak böyle de güzel. Çok başarılı bir Galatasaray jenerasyonunun iki adam birden tutan, bazen alakasız bazen de kaleyi bulan hatta gol olabilen şutlar atan ''tek başına takım''ı olabilirsin. Tabi çoğu insan tarafından dile getirilen Türk futbolunun Avrupa'da temsil edilmemesi, ithal edilen futbolcunun ihrac edilenin 10-20 katı olması gibi sorunlar var ama boşver, sen hep bizle kal.

Gökhan Zan için aynı şeyleri söyleyemiycem. En azından ikisi beraber gerçekten korkuyoruz, daha güvenemiyoruz en azından. Umarım onlara güvenmemizi sağlayacak nedenler verirler bize yıl içerisinde de, Türkiye A Milli Futbol Takımı için de iyi bir haber olur.


Sahi ne biçim bir defansı var milli takımımızın? Daha sonra 1 gol yemeden 2 gol atamayız! Tabi ki atamayız, kontrollü oynayamıyoruz ki! Ne zaman ''Allah Allaah!'' nidalarıyla saldırıyoruz, o zaman başarılı oluyoruz, bu garipliği Sabriliğinden belli defans nedeniyle.
Allah'tan Balta'yla Topal var. Onların da soyisimler pek bir sakat. Hakan Kadir Balta, Kadir İnanır bakışlarıyla, Mehmet Topal da uzun sütun gibi bacaklarıyla laf ettirmiyor gerçi.

Yar saçları lüle lüle Rijkaard, ''Hocam şimcik, reykaard mı sizin adınız raykaard mı?'' sorusuna ''Frank'' cevabı vererek gönülleri fethetti. Tercüman beyimiz, sufferı acı çekmek olarak çevirip sacrifice'ı çevirmeyi unutunca 'takımıma işkence yapıyorum' moduna getirmişti adamı hatırlarsanız. Onu düzelteyim derken bu sefer 'suffer'ı fedakarlık yapmak olarak çevirerek yine çarpıttı sözlerini ama bunu görmezden gelebilirim. Lincoln konuşmasındaki ''it's a shame'' lafını ''çok ayıp, utanç verici'' olarak çevirmesinin yanında bunlar küçük şeyler. Geçen seneki tercümanımızın yaptıklarından kötü değil. (Alınmasın yeni damat Cenk Ergün abimiz.)

Bu kadar yazdığıma bakmayın, aslında yorum yapılabilecek pek birşey yoktu, ama işte, bugün gevezeyim.